3 Mayıs 2015 Pazar

Fransız Kalmak İstemeyenlere



Biz ilerde neye Fransız kalacağız? Bundan daha önce yazdığım ebeveynlerimizin bilgisayara terfisi bile eskidi çünkü artık hepsi tablet kullanıyor. Peki biz neye Fransız kalacağız çocuklarımız bizimle nasıl, ne sebepten dalga geçecekler, ne için gülecekler? Kafamı epeyce meşgul eden bir konu bu. Bizim  çocuğumuz bizden uzakta yaşarken bize neyi tarif edecek ( anne yukarda çarpı var oraya tıkla bak kapandı , oradan arkadaş olarak ekleyip,  beğenebilirsin vs.).
Bence bizim durumumuz ebeveynlerimizden daha kötü olacak çünkü 15 yıl içerisinde artık tarımın şehirdeki plazalardan , avm lerden çok daha değerli olduğunu anlayacak ve toprağa dönmeye çalışacağız, ( Bu yazıyı benim gibi şehirde büyümüş kendi kuşaklarım için yazıyorum)  ve biz çocuklarımızı arayıp, tarım nasıl yapılır onu soracağız. Çünkü biz tarımla , toprakla ilgili ne yazık ki hiç bir şey bilmiyoruz.
Bunu fark ettiğimden beri bitkilerle ilgili bir şeyler okuyup elimden geldiğince apartman dairemde bitki yetiştirmeye çalışıyorum. Bugün adettendir, bu işe domates ve hıyarla başladım. Onlardan önce de izlediğim bir video (ortadaki) vardı yeşil salon bitkilerinin iç hava kalitesini ne kadar etkilediği ile alakalı ona dayanarak evimizin salonunu yeşil salon bitkileri ile doldurdum. Birkaç sene daha da doldurmaya devam edeceğim.
 Benimle beraber durumu fark eden ve fiziki koşulları tarım için benden çok iyi olan ve Texasta yaşayan arkadaşımı kıskandığım kadar kimseyi de kıskanmıyorum  : )) 

Biilmeyenler için fesleğen

Paşa kılıcı , peygamber kılıcı

Erdal bakkal

Tam bir hıyar

 domates

Eğer ilginizi çeker de yapmak isterseniz tam zamanı, pazardan domates ve hıyar fidelerini 1 tl ye aldım , eşimin çöpe atılacaklar diye ayırdığı mutfak eşyaları arasından da işime yaracakları çıkardım. Doğru yaptım mı bilmiyorum ama biraz torflu toprak vardı evde onun içine fideleri yerleştirdim, umarım olur : )..

Bir daha ki sefere direk tohumdan başlayacağım.


14 Aralık 2014 Pazar

STANDART

Güzel bir film vardı Nejat İşler’in oynadığı, amcam soruyor “hayat nasıl gidiyor?” “standart” diye cevap veriyor.
Bu standart mevzusu son zamanlarda iyiden iyiye keyfimi kaçırmaya, yaptığım işleri sorgulamama sebep olmaya başladı.  O kadar net bir kıskaç altına girmişiz ki bir şey yapmaya kalksak önümüze bir şeylerin standartını getiriyorlar. “ öyle olmaz standart böyle bla bla bla.
Mesela en çok Hezarfen Çelebi’ye imreniyorum. Bilgi aldığı kaynakları vardı ama bir standart değildi. Hiç kimse , hiç bir şey ona böyle yapamazsın diyemiyordu. İllaki ayakbağı, köstekleri olmuştur ama kimse kanadını 105 derece açı ile yapmazsan uçamazsın ,uçmana izin vermeyiz demiyordu. Hezarfen kendine o kadar güveniyordu ki yaptığı araçla ölümü göze alabiliyordu.
(Bu arada yazıyı yazarken bir iki araştırma yaptım ve göğsümü kabartacak bir yazı ile karşılaştım.” İlk uçma denemelerinde, 10. yüzyıl Müslüman Türk alimlerinden İsmail Cevheri'den ilham almıştır. Cevheri'nin bulgularını iyice inceleyen ve öğrenen Çelebi, kuşların uçuşunu inceleyerek tarihi uçuşundan önce hazırladığı kanatlarının dayanıklılık derecesini ölçmek için, Okmeydanı'nda deneyler yapmıştır. Ayrıca,Leonardo Da Vinci'nin uçma konusundaki çalışmalarında kendinden çok önce bu konuda deneyler yapan İsmail Cevheri'den ilham aldığı sanılmaktadır.” Neden gurur duyduğumu anlamışsınızdır. Amerika’nın keşfi gibi ilk uçuş düşünceleri de Müslümanlarda vuku bulmuş. Kaynak wikipedia
Şimdi bunu birine anlatıyor olsam kesin ne anlattığımı unutmuştum öyle de bir adamım. Allahtan boşa demiyorlar söz uçar, yazı kalır.
Ürün tasarlarken ,üretirken şu resti çekemiyoruz, sikerim standartını , bunu ben yaptım bu bozulmaz alıp rahatlıkla kullanabilirsiniz. Tabi sikerim standartı diyebilmek için, gereken ufak tefek bazı duygu ve değerler var bunlardan biri özgüven bir diğeri ise etik. Maalesef aile de aldığımız terbiye ile özgüveni , çevreden aldığımız etkileşimle de etik değerlerimizi kaybetmiş bulunuyoruz. Biri büyük , biri küçük örnekle açıklamak istiyorum .
Çocuk hayal kuruyor ailesine anlatıyor . İlk tepki geliyor olmaz , ayıp , komşular eş dost ne der acaba. Özgüven sıfır.
İkincisi daha vahim devletin bakanı çıkıyor “ufak tefek hırsızlıklar olabilir” diyor. Peki sana ufak gelen bana bol geliyorsa.
Çocukluk hayalleri deyince yine aklıma bir şey geldi : ) ilkokul 3 ya da 4 emin değilim. Osuruğun yandığını  hasbelkader bir şekilde öğrendim ve kafamda tasarımlar yapmaya başladım. Anneme gidip osurukla çalışan araba yapacağım dediğimde hayrete düşmüştü. Annemin  buluşumu babama anlatırken, konuşmasını duymuştum ve çok utanmıştım . Herhalde annem deli olduğumu düşünüyordu. O günden beridir kimse ile zihnimden geçenleri paylaşmıyorum. Ama biyoyakıt( bir nevi osurk) ile enerji üretim tesisleri de kurulmuş durumda
Araba tasarımıma gelince koltuğun deliği olacaktı yani göte denk gelecekti işin özeti osurunca çıkan gazlar birikecekti. Sonra düşündüm kendi kendime ulan her zaman herkesin osuruğu olmayabilir e o vakit bir çözüm bulmak gerekiyordu. Komşu komşunun götüne muhtaçtır felsefesi ile beynimde komün yaşamın ilk tohumlarını atmış oldum. Beynimde oluşturduğum Osurukla çalışan toplu taşıma aracım da çok havalıydı.
Düşünüp hayata geçirememiş olduğum buluştan anlıyorum ki ben batılı bir düşünce yapısına sahip değilim. Eğer batılı düşünce yapısına sahip olmuş olsa idim , çıkan gazla ulaşım yerine savaşmayı hayal ederdim sonra da standartlaştırırdım ülkenizde en fazla 50 birimlik osuruk gücü barındırabilirisiniz , ithl edecekseniz yerli malı osuruk kullanmazsınız , alsanız da almasanız da 50 birimlik osuruk gücününü bedelini ödersiniz ama kesinlikle yerli götten çıkmış osuruğu kullanamazsınız çünkü çok tehlikeli ,standarta aykırı. Manşet “OSURUK BOMBASI BİNLERCE CAN ALDI”,”DEVLETLER ARASINDA YAPILAN ANLAŞMALARDA OSURUK BOMBASININ ARTIK SAVAŞLARDA KULLANILMAYACAĞI ……”


İkinci dünya savaşından sonra toplum olarak hiç birşeyi beceremeyeceğimiz fikri Marshall Planı dahilinde  beynimize öyle bir işlenmişti ki  birşeyler üretmek yerine üretenin savunucusu olduk. Üretim fabrikalarımız kapatıp montaj sahasına dönmüştürdük. Şimdilerde Samsung mu iphone mu bu tartışmalar yapılıyor. Etrafımda samsung mu iphone mu diye tartışılırken ciddi anlamda suratlarına karşı ananızın .m. diyesim geliyor .




Beni bu konu ile ilgili en çok mutlu edense çok sevgili hemşerilerimin standart , kural tanımadan yaptığı işler. 





AMCANIN KOLTUKTA OTURURKEN YAŞADAĞI GURUR PAHABİÇİLMEZ

4 Aralık 2014 Perşembe

AMERİKA'YI YENİDEN KEŞFETMEK (DOĞAL SÜTTEN DOĞAL YOĞURT YAPMAK)

  Bu ara yoğun çalışmama rağmen evofis (homeoffice) çalıştığım için normal de pek yapmadığım işlerle uğraşmaya fırsat buluyorum. Dünya için küçük olsa da kendim için güzel adımlar atıyorum.
Genel de insanlar bu tarz eylemleri kafa dağıtmak için yaparken ben kafamı toplamak için yapıyorum.
  Son zaferim vitamin , protein ve mineral kaynağı üretmek oldu. Böyle söyleyince çok havalı oluyor.
Yoğurt yaptım  : ). Artık internetten her şeyi öğrenebiliyoruz. -Bu cümleyi yazınca aklıma, gezi sürecinde !!Belediye başkanlarından birinin "çadırlarda atom bombası yapıma ait dökümanlar var" diye bir tweet atmıştı o geldi- Evde neredeyse atom bombası yapabilecek bilgiye ulaşabilirken , neden evde yoğurt yapmıyorum diye düşündüm. Sonuçta ikisi de parçalanarak oluşuyor. Sütün içindeki şeker parçalanarak azalıyor fermantasyon başlıyor falan filan. Atom bombasında ise,,,,,,,, tabi ki de anlatmayacağım sonra sağda solda blogda atom bombası tarifi veriyorlar diye dedikodu yaparlar.

Yoğurt yapmak için bir kaç aşama var.

İlki ve en önemlisi babanızın sizi teşvik etmesi.
-Oğlum dışardan aldığınız yoğurtları yemeyin. Kendiniz yapın

Sonra bu mevzular konuşulurken kapıyı bir adamın tıklaması
-Ben Sütçü Sezgin sizin apartmana süt getiriyorum. Yeni taşındınız siz
e de getiriyim mi ?



Not: İkinci deneme(ilk denemeyi aile geleneklerine göre ikinci denemeyi internet araştırarak yöntemleri değiştirerek yaptım. İkisi de çok güzel oldu ama gelenekler ile araştırmalarımı birleştirdiğim denemem daha iyi oldu)
 
 
Sütçü Sezgin'den tedarik ettiğim sütü, ocağa koyup -3 litre olduğunu söylüyor, ölçmedim- yüksek ateşte  kaynatıyorum. Sütün yapısından kaynaklı başından ayrılmamanızı tavsiye ederim bir anda taşabilir!!!!! Kaynamaya gerçekleşmeye başlayınca ocağın küçük olan kısmına alıp kısık ateşte 15 dakika kadar daha ısıtmaya devam ettim. Gözlemlediğimde  gerçekten yüksek miktarda buhar çıktığını gördüm. Böylece sütün içindeki su oranını seyreltmiş oldum.
 
 
Sütü ısıtırken diğer hazırlıklarımı yapıyorum. Ne kadar çok iş var yoğurt yaparken bilemezsiniz .)
 
 

Not: İlk seferde annemin tarif ettiği gibi etrafını örtü ile falan sardım ama yaparken çok angarya geldi. Sonuçta mevzu yavaş soğumasını sağlamak. Bir tür tavlama " Şekillendirilebilme özelliğini iyileştirmek , kaba perlit yapısı elde etmek için çeliği(yoğurdu) ostenit bölgesine ısıtıp
fırında soğutmak gibi birşey. : )) Aslında ilk başta fırın aklıma gelmemişti , kapalı izolasyonlu bir kutu yaptıracaktım. Mesleğimden kaynaklı çabuk ulaşabileceğim için sıkıntı olmayacaktı, siz evde denemeyin.

Böyle bir şey olacaktı. Böylece sarmama gerek kalmayacaktı. Ama çok sevdiğim elinde büyüdüm annemin arkadaşından fırın diye bir ipucu gelince , bir ampul yandı (aklınıza Edison'un tungstenli ampulleri gelmesin çünkü onlar çok enerji harcıyor. 
 
 

 
 


 
Bu arada Edison da hırsızın teki idi, ne biliyorsa Tesla'dan araklamıştı. hayatta tesadüf diye bir şey yoktur. Ve tarih tekerrürden ibarettir.)
 
 
fırında izoleli ,ben neden tekrar Amerika'yı keşfedeyim zaten Müslümanlar zamanında keşfetmişti.
Kutu yapmaktan vazgeçtim.
 

 


"Tepsiler hemen hemen 1/2 oranında yani birinde 2  litre birinde 1 litre varmış gibi düşünebiliriz"
 


 Sütü ısıttıktan sonra ocakta değil de mayalayacağımız yere aldım, böyle olunca kaymak tabaka yukarda birikiyor. Sütü soğumaya bırakıyoruz -ne kadar soğuduğunu ve nasıl anlayacağımız yazmayacağım. Çünkü ben de başka bloglardan ,kaynaklardan okudum oralardan öğrendim onlara da haksızlık yapmayım onları da araştırın- 
 
 
Süt mayalanma sıcaklığına gelince kaymak yekpare hale gelmiş oluyor , köşesinden delip  küçük yani 1 litre olana bir tatlı kaşığı, büyük olana ise 2 tatlı kaşığı kadar  yukarda gösterdiğim mayadan ekleyip kaymağı dağıtmadan karıştırdım. Fazla maya ayırmışım aklına takılan olursa kalanını yedim.
Yoğurt yaparken 2-3 tane püf nokta var , farkedilmiştir borcamların ağzı açık.  Kapalı olursa soğurken  oluşan su buharı kapakta yoğuşup tekrar yoğurdun içine damlıyor ve yoğurt sulanıyor. Eğer fırında değil de örtü ile sararak yapacaksanız kabınızın üzerini delikli bir şey ile örtün. 
 
Tam mayalanma süresini  açıkçası bilmiyorum saat 13,30 da bıraktım, işlerimden sebep eve 23,30 sularında geldim .Yani yaklaşık on saat fırında kaldı. Gelir gelmez de mayalanan yoğurdu dolaba attım.
 

 
Ertesi gün dolaptan çıkardığım şekilleri buydu , gerçekten çok güzel oldu.
 
Tüketim çılgınlığı yapıp doyamamak yerine , kendi yoğurdumu yapıp ruhumu doyurmak paha biçilmez.
 
Aklıma takılan 2 şey var  . Biri iphone mu , samsung mu lg mi :) hangisi daha iyi
 
                                           İkincisi yoğurt yapabilmek için süt ve yoğurt mayası olması gerekiyor.
 
Peki ilk yoğurt nasıl yapılmış?
 
 
 
 
 
 
 

PERDE ARKASI

 

 
Yukarda havalı havalı başından ayrılmayın taşabilir derken bir bildiğim vardı.
 

21 Temmuz 2014 Pazartesi

29 Ağustos 2012 Çarşamba

10 Aralık 2011 Cumartesi

Yolculuk TCDD de izlenir...



HAYATIMIZ UMARIM TCDD YOLCULUK YAPMAK GİBİ OLUR....
Ağr Ağır , Emin Emin , bol keyifli, upuzun...

2 Haziran 2011 Perşembe

13 Nisan 2011 Çarşamba

MERYEM ANA

Yazmayalı uzun zaman oldu. Geçenlerde tam yazmaya niyetlendim ligtv şikayeti üzerine blog um kapatıldı. Kendimi pornp yıldızı gibi hissettim internette yayınladığım fotoğraflara,yazılara mahkeme kararınca erişilemeyince. Sonra durdum kızdım kendime adamları yazmadığı kitap için içeri alıyorlar sen hala blog peşindesin, açarlarsa yazarsın bulandırma ortalığı. Tv falan seyret. Bu arada tv deyince yıllar sonra ilk defa bir dizinin hastası olarak izlemeye başladım BEHZAT Ç. bir Ankara polisiyesi. İlk başta baya sövmüştüm hay a.q dedim yine zırto bir polis dizisi başlıyor ama düşündüğüm gibi değilmiş 26 bölüm sonra farkedip diziye yetişmeye çalışıyorum . Neyse çok uzattım en son yazacağım konu aslında çok eski bir hikaye ama bir gece otururken aklıma geldi Rahmetli babanem ile ilgili. Babanem bir evin taşıyıcı kolonu gibi idi ayakta tutardı bizi, hem de fiziksel olarak çınar gibi idi 150 boyunda 130 kilo. fotoğrafını da koyayım.


Rahmetli vefatına kadar hiçbirzaman hafıza kaybı vb gibi durum içinde kalmadı fakat geçmişe dönük biraz kafasında yaratmayı severdi
-uşağum ben küçuğukene Atatürk Rizeye gelmişti
-uşağum bu ağaçlarun hepisini ben diktim.
-menderesi gördüm
gibi gibi...

O anlatırken ben dinlemeyi çok severdim . ) UOMERum diye başlardı lafa.
Uşağum her gittiğun yerden bi kız takmak zoruna mısın peşine derdi arkadaşlarımla gelince.Velasılkelam günlerden birgün benim tontiş babanem evdekilere

-Ben balkon da otururken önümden helikopter geçti, süren uşak bağa el salladı. der
ev ahalisi dururmu makaraya başlar artık jetler babanemden izin alıp havalanıyor, it dalaşlarında yunanlılara saldırılacağına babanem karar veriyor gibi..
( babanemin görüş açısı)

bu olaydan 8-13 gün sonra ( alışılagelmişliğin dışına çıkmak 8-13 gün nedir diye sorarlar adama) mahallenin kahvesinin önünde bizim uşaklar takılırken, mahallenin çocuklarından biri şimdi çocukluktan çıkmış iş güç sahibi olan bir arkadaş benım amca oğluna yaklaşıp

-geçen gün babanen balkonda oturuyordu el salladım. der

-nerde gördün lan

-helikopterin içinde idim.oda bana bastonu kaldırdı salladı der.

mahallenin uşağı eski mahallesinden geçerken yakın geçip görmek ister mahalleyi o sırada babanemi görür ve el sallar : ))


TOPRAĞI BOL OLSUN..
İnşallah cennettedir demiyorum onu cennete almadılar ise ben zaten hiç girmem..

17 Şubat 2011 Perşembe